İşte Ellerim :)

İşte Ellerim :)
Parmak boyası ve dayanılmaz keyfi

Geçmiş Zaman Olur ki...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Yeni Meclis Başkanı!

Oldum olası sevemedim Cemil Çiçek'i. 12 Eylül'den sonraki siyasetin her alanında kendine bir yer edinmiş olmasından mıdır, yüzünde saklamaya çalıştığı bir saldırganlık hissettiğimden midir, Türkiye'yi sarsan olaylar karşısında sarf ettiği sözler ve temsil ettiği duruştan mıdır, şu günlerde kullandığı söylenen "uzlaştırıcı dil"in aslında ne kadar faşizan bir tehdit içerdiğinden midir nedir, bilemiyorum. Ama öyle işte. 


Bir zamanlar Demirel, Ecevit, Baykal... ve birkaç demirbaş isim etrafında dönerdi siyaset. 12 Eylül bu ezberi bozdu, siyasetin dengeleri ve isimler değişti. Artık hiçbir partide kalıcı isimler yok, farkında mısınız? Şöyle bir düşününce her iktidar döneminde nadide bir "çiçek" gibi mutlaka aktif politik bir rol kapan bir tek isim var; Cemil Çiçek. 

Bu hafta sonu Radikal Gazetesinde Baskın Oran, bu şahsın önlenemez yükselişinin dökümünü yapmış. Bilmeyenler, unutanlar için....

------------------------------------------------------------------------

Çok parlak bir kariyeri var. Çok önemli sözlerle yükseldi. Adım adım izleyelim. 

1) İlk tanınması 1990’da, ANAP hükümetinde “Aileden Sorumlu Devlet Bakanı” iken. Muhabire cevabı: “Bu, hayvani içgüdülerle insanların birbirine yaklaşmasıdır. Konfeksiyoncu dükkanı mı bu, sık sık elbise gibi değiştirsin! Flörtün fahişelikten ne farkı var?” (Cumhuriyet, 13.11.1990). “Flört fahişeliktir” manşetiyle çıkan bu mülakat büyük gürültü kopardı: Kendisi bu manşeti telaffuz etmediğini söyledi. Etmediğini kabul ediyoruz. Ama bu çizginin devamı var. 

2) 14 yıl sonra, AKP’nin Adalet Bakanı. Anayasa Mahkemesi, TCK’nın zinayla ilgili hükmünü kadın-erkek eşitsizliğinden iptal ediyor, zina suç olmaktan çıkıyor, demeç verdi: “Biz zinanın suç olması gerektiği kanaatini taşıyoruz” (Radikal, 30.08.04). Bir anda bütün medya sadece buna odaklandı ve md. 301 arada buharlaşıp gitti. Buraya aşağıda tekrar döneceğiz. Ama, kronolojik anlatımı bozmak pahasına, kendisinin flört-zina çizgisini tamamlamak için ekleyelim, 21.08.10’de Ankara sanayi sitesi Ostim’de konuştu: “Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var. Özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu, size çok şeyi ifade ediyor demektir” (Radikal, 21.08.10).

Hergele Meydanı ve hançer

3) Kasım 2004’te yine Adalet Bakanı. Türkiye’nin röntgenini çeken Azınlık Raporu hakkında önce “entel zırva”, sonra “entel fitne”, sonra “Hergele Meydanında açıkladılar”, sonra “Türkiye’nin ek yerine jilet attılar” dedi (Takvim, 16.11.2004; A. Ekinci, Radikal 19.11.2004). Tabii, hemen dava açıldı. 

4) Adalet Bakanı. Ertesi gün (25.05.05) Boğaziçi Üniversitesi’nde “Osmanlı Ermenileri” konferansı başlayacak. TBMM kürsüsüne çıktı: “Bu ülkede özgürlük yok diyorlar ya, bu ülkede milleti arkadan hançerleme, bu millete iftira etme özgürlüğü var. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkisini devretmeseydim” (Sabah, 24.05.05). Devretmeseydim dediği, o tarihte 301’den (bugün de olduğu gibi) dava açmak için Adalet Bakanının izni lazımdı; o kaldırılmıştı, buna esef ediyordu. Devam etti: “Bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, hıyanet etme dönemini artık kapatmamız lazım”. Özerk üniversitede daha yapılmamış konferansa vatana ihanet ithamı ertesi gün sonuç verdi: Tetiklenen baskılara dayanamayan Boğaziçi, konferansı iptal etti.

Yetkisi devam etseydi, kullanmakta herhalde tereddüt etmezdi çünkü gazeteci Adnan Keskin’in ortaya çıkardığına göre, öğretmen Cengiz Aksakal’ı gözaltında işkenceyle öldüren iki askere verilmiş 25 aylık cezayı bozdurmak için bakan olarak “yazılı emir”e başvurmuş, yani bakanlıktan yazılı emir verdirerek temyiz ettirmişti. Çok özel koşullar için düşünülmüş bu olanağı daha önce de kullanmıştı: Susurluk mahkumu emekli Yarbay Korkut Eken için (Y. Türker, Radikal, 09.05.08). 

Hrant’ın katli ve 301 

5) “Türklüğe hakaret” diye 301’den mahkum edilen Hrant katledilmiş, maddenin kaldırılması için kamuoyu fırtına gibi esiyor, ilk sözü, yine Adalet Bakanı olarak şöyle: “Araştırdık, birçok ülkede 301 benzeri suçlara ağır cezalar verilmiş. Hatta, uygulanmıyor dedikleri maddeden yüzlerce insan yargılanıp hapse konulmuş.” Yargıçlara yol da gösteriyor: “301 kalkarsa arkada 216 var” (Sabah, 02.02.07). 
Bilinçli biçimde yanıltmaydı bu. Çünkü 301, iki farklı “suç”u cezalandırmaktaydı: 1) Çeşitli devlet kurumlarını aşağılamak, 2) Türklüğü aşağılamak. Birincisi birçok AB ülkesinin ceza kanununda vardı, ama ikincisi (İspanyolluğu, Britanyalılığı vs. aşağılamak) hiçbirinde yoktu ve Hrant da işte bundan mahkum olmuştu. 
Nitekim hemen arkasından açıkça söyledi: “Bu madde kaldırılamaz veya değiştirilemez. Yanlışlık varsa uygulamadadır. Uygulamanın düzelmesini bekleyeceğiz.” Değiştirmeye mecbur kalınca da, “Türklük” yerine “Türk milleti” yazdıracak, olup bitecek. AKP, Temmuz 2007 seçimlerini kazanınca, bütün bu performansı, onu “İnsan Haklarından Sorumlu Başbakan Yardımcısı” yaparak ödüllendirecek.

Kürtler Ermenistan sınırında!

6) 2009 belediye seçimlerinde DTP Iğdır’ı kazanınca “güvenlik alarmı” verdi: “Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar’’ (E. Berberoğlu, Hürriyet, 31.03.09). Bu, resmen, yeni bir “Ermeni dölü”, “Meral Akşener-II” olayıydı. AKP içinden bile tepki geldi. Başbakan Erdoğan, “Bu ülke hepimizin, ayrımcılığa müsaade etmeyiz”, AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün “Vatandaşlarımızı rencide edici sözlere gerek yok. [Arkadaşımız] sözlerini düzeltmeli” dedi (Taraf, 02.04.09). 

7) Belli oldu, DTP kapatılacak. “Teröre yataklık yoluyla bölücülük yapmıştır” gibi bir gerekçe bulmak lazım ki, içeriye yönelik olarak “Bölücülükten kapattım”, Avrupa’ya yönelik olarak da (Batasuna Kararının ipine sarılıp) “Terörden kapattım” mesajı verilsin. İmdada yine o yetişti: “Benim DTP’ye önerim, AİHM’nin Batasuna kararını iyi okumalarıdır. Bu kararın gerekçesi, terörü çözüm yolu olarak savunan partiler hakkında verilen kapatma kararlarının aykırılık oluşturmadığıdır” dedi (Milliyet, 12.12.2009). Ve DTP gönül huzuruyla kapatıldı. 

8) Yine Adalet Bakanıyken, “Örgüte üye olmamakla birlikte, örgüt adına suç işleyen kişi ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır” diyen TCK 220/6’yı yaptı. “Taş atan çocuklar” hep bu yüzden duble hapis cezaları aldılar. O günlerde, Cenevre’deki BM İnsan Hakları Toplantısı’na gitti, şöyle dedi: “Ülkemizin kimi bölgelerinde kayıtlara göre çocuk görünen bazı kişiler esasen erişkindir” (Antenna, 13.05.10). 
Bunca güç nereden? 

ANAP üyesi, AKP bakanı, başbakan yardımcısı, hükümet sözcüsü. Başsavcı Yalçınkaya’nın AKP’yi kapatma iddianamesinde (Mart 2008) Cumhurbaşkanı Gül’den E. Bağış’a tam 71 parti yöneticisinin adı var, bir tek onunki yok. Şimdi de tam anayasa yapılacakken, TBMM Başkanı. Bu “önlenemez Arturo Ui yükselişi* nereden? Ümit Kıvanç soruyor: “Yasal zorunluluk mudur? Ergenekon bile ne hallere düştü. [Bu zat] yerinde duruyor” (Taraf, 04.04.09). Yıldırım Türker izah ediyor: “AKP’yle ordu arasında gölge arabulucu olarak yerini sağlamlaştırdı. Bu konudaki yeteneği sınırsız. Askerin tepkisini yumuşatma konusunda kıvrak zekâsını kullanarak iş bitirmesiyle ünlü” (Radikal, 01.11.10). Daha önce de yazmıştı: “Apoleti içeriden teyelli bir adalet bakanı” (Radikal, 09.05.08). 

Ortam tam uygun. AKP’nin askerle barışmak istediği bir ortam. 8 Şubat 2011’de BDP’nin 35. maddeyi kaldırma önerisini AKP engelledi. Ertesi günkü haber: TSK’ya “kağıttan kaplan” denince, Erdoğan “Suç duyurusunda bulunuyorum” dedi (Taraf, 09.02.11). 

AKP’nin teklifi, “Yeni” CHP’nin can-u gönülden tensibi sonucunda durum böyle. AKP’ye, CHP’ye ve hepimize kutlu olsun. Şimdi muhtemelen çok yumuşak davranacak ve yine muhtemelen anayasa görüşmeleri başlayınca onun da işlevi başlayacak.

* Arturo Ui yükselişi:  (Wikipedia'dan)
Brecht'in 1941 yılında Finlandiya'da kaleme aldığı ve ilk kez 1958 yılında sahnelenen eser, epik tiyatronun önemli örneklerinden biridir. Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı, 1999 - 2000 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmiştir.
2002 yılında İTÜ Sahnesi tarafından Arturo Ui'nin Yükselişi adıyla sahnelenmiştir. Bu sahnelemede oyun kurgusunda yapılan en büyük değişiklik, Brecht'in sahne sonlarında yansıttığı Hitler ve Nazilere ilişkin bilgiler içeren projeksiyonların yerine emekli bir devlet başkanıyla yapılan bir söyleşinin gösterildiği video-projeksiyon kullanılması olmuştur.

Konusu:
Oyunda I. Dünya Savaşı'nın ardından, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sürecinde büyük şirketlerin çıkar savaşında oyuna gelerek suçlu durumuna düşen ve yargılanan bir Belediye Başkanı'nın, aklanmak için çete lideri Arturo Ui ile işbirliği yapması sonucunda Arturo Ui'nin hızla gelişen büyümesi, bu kez onun bir sömürü çarkı oluşturması ve karanlık işlerin karanlık ilişkilerle bir ülke kaderini nasıl değiştirebildiği anlatılır.

Brecht'in savaş döneminde yazdığı anti-faşist oyunda Hitler'in iktidara yürüyüş öyküsü ile ünlü Chicago'lu gangster Al Capone'un öyküsü örtüştürülmüştür. Anlatılan gangster öyküsündeki olaylar, sahne aralarında yansıtılan yazılar ile tarihsel bir perspektife bağlanmıştır. Oyunda gösterilen olaylar 1932-1933 yılları arasındaki Almanya tarihiyle büyük benzerlikler taşır. Metinde Nazi Partisi ve Hitler, Chicagolu ganster Arturo Ui ve adamlarını; karnıbahar tröstü ve tröstün patronları, Hitler'le ilişki kuran büyük Alman patronlarını, Belediye Başkanı Dogsborough ise Almanya Cumhurbaşkanı Hindenburg'u temsil etmektedir. Brecht bu oyunda, küçük burjuva romantizminin büyük katillere duyduğu büyük saygıyı kırmaya çalıştığını söyler: "Büyük politik suçlular tamamen teşhir edilmeli ve gülünçlüklerinin esası gösterilmelidir. Aslında bunlar büyük politik suçlular değil, büyük suçlu politikacılardır. Bu da tamamen başka bir şeydir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu yazı için yorumlarınızı ekleyebilirsiniz..