Su bu kadar vazgeçilmez olunca suyun sahipleri de çoğalıyor. Eskiden kuyu sularını bakırlarla, tulumbalarla çekip gönül rahatlığıyla tüketirken, epidemiyolojik araştırmalar su hijyeninin önemini ortaya koydu. Yerel yönetimlerin çeşmelerimizden akıttığı sular hem kullanılabilir, hem de içilebilirdi.
Halk Sağlığı derslerinde sağlıklı su şebekesinin önemi, büyük kolera salgınları ve nedenleri incelenerek anlatılırdı. Teknolojinin gelişmesiyle su borularının dayanıklılığı artıp geçirgenliği azalırken, suyun dezenfeksiyonu konusunda da büyük gelişmeler kaydedildi. Artık çeşme suyunu rahatlıkla içebiliyorduk. Kolera, tifo gibi enfeksiyon hastalıkları görülmez olmuştu; en azından şebeke suyu kaynaklı değildiler.
Halk Sağlığı derslerinde sağlıklı su şebekesinin önemi, büyük kolera salgınları ve nedenleri incelenerek anlatılırdı. Teknolojinin gelişmesiyle su borularının dayanıklılığı artıp geçirgenliği azalırken, suyun dezenfeksiyonu konusunda da büyük gelişmeler kaydedildi. Artık çeşme suyunu rahatlıkla içebiliyorduk. Kolera, tifo gibi enfeksiyon hastalıkları görülmez olmuştu; en azından şebeke suyu kaynaklı değildiler.
Derken birşeyler değişti...
Sudaki ağır metallerle ilgili olarak kullanılan borular suçlandı. Halbuki artık hiçbir yerde kurşun boru kullanılmıyor. (Boyalarda da kullanılmadığı gibi! Bugünlerde yeni bir bebek odası reklamını bebeklerin mobilyaları dişleyerek boyalardaki kurşunu ağız yoluyla almalarına engel olduklarını söyleyerek yapıyorlar) Viral kökenli kimi mide barsak salgınları için şebeke suları suçlanır oldu... Dezenfeksiyonda kullanılan klorun zararları tartışılmaya başlandı. Şişelerde satılan suların daha "iyi, daha "sağlıklı", daha "güvenilir" olduğu pompalanmaya başladı..
Farkında mısınız, artık hiçbirimiz çeşme suyu içmez olduk... Hangi suyu nasıl tüketmemiz gerektiği her gün, her saat gözümüzün içine sokuluyor. Paketlenmiş sulardan kaynaklanan salgınların duyulmaması için müthiş kulisler dönüyor. "Sıcağa maruz kalan şişelerde kalan suları içmeyelim" mailleri hepimizin posta kutusuna defalarca düşüyor; ama özellikle damacanaların gün boyu güneş ışığı altında kaldığını görmezden geliyoruz. Farklı yöntemlerle üretilen suların içinden sağlık açısından nelerin eksildiğini bilmeden "içimi çok güzel" diyerek sorgulamadan tüketiyoruz. Sağlıklı olduğunu bildiğimiz doğal sulara da ulaşamıyoruz çünkü bunların kaynaklarından çıkan suyun kullanım hakları satılmış durumda... Değil bir kaç şişe doldurmak, kaynaklara bile yaklaşamıyoruz. Kaynak sularından ayrı, akan sularımız da satılmak isteniyor. Bu konuda HES'lere neden direniyorlar? başlığındaki yazıyı okuyabilirsiniz....
Bu durum, sağlıklı suya erişim konusunda derdi olan kimileri tarafından farklı platformlarda tartışılıyor, toplantılar düzenlenip çalışmalar yapılıyor, makaleler yazılıyor. Suyun, su kullanımının, su kullanım hakkının nereden nereye geldiğini merak ediyor, bu konuda "ben de bir şeyler yapabilirim" diyorsanız, çok uluslu tekellerin hangi yollarla "bizim" sularımızı "bize" pazarladıklarını anlamak istiyorsanız http://www.suhakki.org/ linkini tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu yazı için yorumlarınızı ekleyebilirsiniz..