Tarih, çoğumuz için okulda öğretilen, can sıkcı, ezberden ibaret bir ders olageldi. Sanmıyorum ki içimizden biri gidip kitapçılardan bu konuda bir kitap almış olsun.
Siyasi tercihlerimiz nedeniyle savunduğumuz tarihi bilgileri bile ya bize "aktarılan" kulaktan dolma bilgilerden, ya gazetelerden okuduklarımızdan, ya da herhangi bir bilimsel altyapısı olmayan, hamasi duygularla dolu basılı evraktan ediniyoruz. İstiyoruz ki herkesin gıpta edeceği, tertemiz, tartışılmaz güzellik ve doğruluklarla dolu bir geçmişimiz olsun. Geçmişte yaşananları inkar ederek onları yok ettiğimizi sanıyor, komik hallere düşüyoruz. Sanıyoruz ki, "resmi tarih" öğretisi ile çocuklarımızdan başlayarak topluma şöven ve ırkçı bir tarihi bellettiğimizde gerçekler değişecek, geçmiş yeniden şekillenecek.
Ama bizden başkalarının da tarihe ait notlar aldığını, bizim anlattıklarımızdan farklı hikayeler anlattıklarını görmüyoruz. Kibrimiz o kadar büyük ki, geçmişimizle yüzleşmeyi denemek yerine kulağımıza gelenleri de elimizin tersiyle iterek yok sayıyor, küçümsüyor, aşağılıyoruz. Hatta daha da ileri gidip, dilimizden kardeşliği düşürmeden, her uygun fırsatta düşmanlık ekiyoruz.
Aşağıda, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü profesörü Sosyolog Taner Akçam ile Ermeni olayları üzerine Arife Köse'nin yaptığı bir röportaj yer alıyor. Anlattıkları, bize hazmettirilmeye çalışılan "resmi tarih" ile örtüşmüyor. "İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı" konusunda doktora tezi hazırlayan bir kişinin söylediklerinin okumaya değer olduğunu düşünmemek için hiçbir neden yok.
----------------------------------------------------------------------------------
Siyasi tercihlerimiz nedeniyle savunduğumuz tarihi bilgileri bile ya bize "aktarılan" kulaktan dolma bilgilerden, ya gazetelerden okuduklarımızdan, ya da herhangi bir bilimsel altyapısı olmayan, hamasi duygularla dolu basılı evraktan ediniyoruz. İstiyoruz ki herkesin gıpta edeceği, tertemiz, tartışılmaz güzellik ve doğruluklarla dolu bir geçmişimiz olsun. Geçmişte yaşananları inkar ederek onları yok ettiğimizi sanıyor, komik hallere düşüyoruz. Sanıyoruz ki, "resmi tarih" öğretisi ile çocuklarımızdan başlayarak topluma şöven ve ırkçı bir tarihi bellettiğimizde gerçekler değişecek, geçmiş yeniden şekillenecek.
Ama bizden başkalarının da tarihe ait notlar aldığını, bizim anlattıklarımızdan farklı hikayeler anlattıklarını görmüyoruz. Kibrimiz o kadar büyük ki, geçmişimizle yüzleşmeyi denemek yerine kulağımıza gelenleri de elimizin tersiyle iterek yok sayıyor, küçümsüyor, aşağılıyoruz. Hatta daha da ileri gidip, dilimizden kardeşliği düşürmeden, her uygun fırsatta düşmanlık ekiyoruz.
Aşağıda, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü profesörü Sosyolog Taner Akçam ile Ermeni olayları üzerine Arife Köse'nin yaptığı bir röportaj yer alıyor. Anlattıkları, bize hazmettirilmeye çalışılan "resmi tarih" ile örtüşmüyor. "İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı" konusunda doktora tezi hazırlayan bir kişinin söylediklerinin okumaya değer olduğunu düşünmemek için hiçbir neden yok.
----------------------------------------------------------------------------------
Taner Akçam: 'Tarihimizi hep inkar üzerine, yok saymak üzerine kurduk'
“Eğer İngilizler Mustafa Kemal’in ve İstanbul hükümetinin yapmış olduğu öneriyi kabul etseydi, yani bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşağı yukarı o dönemin Osmanlı Devleti’nin sınırları olarak kabul etseydi ve bunun karşılığı olarak Türklerden Ermeni soykırımından dolayı suçlu olanların yargılamasını isteseydi biz bugün, Almanlar Naziler üzerine nasıl konuşuyorsa İttihatçılar üzerine öyle konuşuyor olacaktık.” “Sol gelenekten gelen insanların mahkemelerde yaptıkları savunmaları hepimiz hatırlıyoruzdur. ‘Biz ikinci kuvayi milliyeciyiz’ derlerdi. ‘Kurtuluş Savaşının kuvayi milliyecileri devrimi yeteri kadar yapamadılar, bizler onların bıraktığı yerden devam edeceğiz’ denirdi. Yani, Kuvay-ı Milliyecilik bizim sol kimliğimizin bir parçası sayılırdı. Oysa o kimliğin içerisinde ciddi bir biçimde bu suça bulaşmış olanlar var.” “Türkiye solu da 1915 üzerine konuşma tarzını kendisiyle yüzleşerek yapmak, kendi içindeki bu ittihatçı ekipten kalanların kimler olduğuna bakarak bir hesaplaşma yaşamak zorundadır. Tarihle yüzleşmek, siyasetimizin merkezine oturmak ve siyasetimizin merkezi olmak zorundadır...”
NEDEN TANER AKÇAM?
‘Onları’ yok saymak, bu devleti var etmenin koşullarından birisi oldu. Sadece varlıklarını inkar etmekle kalmadık, sürerek, canlı canlı yakarak, denizde boğarak gerçekten yok ettik. Sonra yok ettiğimizi de yok saydık. Tarihimizi hep inkar üzerine, yok saymak üzerine kurduk. Ama hiçbir şey biz yok sayınca yok olmuyor tabii ki… Ermeniler var, bu topraklarda yaşadılar ve hala yaşamaya devam ediyorlar. ‘Açılım’ adı altında bugüne kadar inkar ettiklerimizi kabul eder gibi yaptık, sonra birden kendimize gelip Başbakanın ağzından onları sürmekle tehdit ettik. Hep birlikte yeniden 95 yıl öncesini, tehciri, sonuçlarını ve bugüne kadar gelen tartışmaları hatırladık. Artık cin şişeden çıktı. Artık konuşulmayanlar konuşulmaya başlandı. Ta ki bu sorun kökünden çözülünceye kadar da konuşmaya devam edeceğiz belli ki. Sorularımızı soracağız; İttihat ve Terakki Ermenilere bilerek soykırım uyguladı mı? Bu soykırımın belgeleri var mı? Mustafa Kemal Ermenileri öldürenlerin cezalandırılması konusunda ne düşünüyordu? Türkiye devleti 1915’de yaşanaları telafi etmek için ne yapmalıdır? Tarihle kim nasıl yüzleşecek? Bu soruları, Ermeni sorunu konusundaki çalışmalarıyla tanınan ABD'deki Clark Üniversitesi öğretim üyesi, Taner Akçam ile konuştuk. (Başka Kaynaklarda Minnesota Üniversitesi olarak belirtiliyor)
* * *
ARİFE KÖSE: Başbakan Erdoğan çok açık bir şekilde, Türkiye’de kaçak çalışan 100 bin Ermeni’yi sınır dışı edebileceğini söyledi. Siz Erdoğan’ın bu sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ermeniler yeni bir tehcirle mi karşı karşıya?
TANER AKÇAM: Ben Erdoğan’ın sözlerini ilk duyduğumda ‘Hah’ dedim, ‘şimdi Avrupa üyesi olmayı tam olarak hak ettik’. Bunu şaka değil, ciddi söylüyorum. Çünkü Avrupa, kendi bünyesindeki kaçak göçmen işçileri kovmak üzerinden siyaset yapan partilerle dolu. Ben 15 yıl Almanya’da yaşadığım için biliyorum, beni kovmak isteyen bol miktarda Alman milliyetçisi, muhafazakâr partisi, sağcısı vardı. Türkiye de benzeri kulvara girdi, bünyesinde kaçak avına çıkacak ve bulduğunu kovacak. Aslında “kaçak işçiler” modern toplumların bir problemidir. Gelişmiş endüstri ülkeleri daima işgücü çekerler. Ve insanlar, sınırlarına duvarlar da örseniz, etrafına büyük engeller de koysanız bu tür ülkelere girmenin yoluna bakarlar. Bu ülkeler, fakir insanlar için ekonomik imkân sağladığı müddetçe kaçak işçi çekerler ve kovmakla bu problemi çözemezsiniz. Kapıdan kovsa pencereden girerler. Çünkü bu normal olandır, çağımızın bir sorunudur. Burada iki ciddi sorun olduğunu görmek gerek. Birincisi, ‘kaçak işgücü’ sorununu böyle ‘asarım, keserim, kovarım’ ile çözmeye kalkarsanız, o toplumdaki iğrenç ırkçı ve milliyetçi eğilimleri körüklersiniz. İnsanları ‘kaçak işçi düşmanı’ olmaya ve oradan da bu işçiler hangi ulus gurubundansa onlardan nefret etmeye kanalize edersiniz. Erdoğan Almanya’daki Türk ve Müslüman düşmanlığının köklerinden habersiz görünüyor. İkincisi, Türkiye özelinde çok ciddi bir problem daha var. Türkiye Cumhuriyetinin seceresi kötü. Çok kötü, şaibeli, üzerinde konuşulmamış bir geçmiş üzerinden bunlar söyleniyor. Daha aylar önce Erdoğan, bu memleketten Hıristiyanların kovulmasının faşist bir zihniyetin ürünü olduğunu ilan etmişti. Şimdi bu zihniyeti bile kabul etmemiş bir ülke eğer ‘ben, bendeki Hıristiyanları, kaçak işçileri kovacağım diyorsa, bunun, herkesin aklına tehciri ve imhayı getirmesine şaşırmasın. Daha sonra toparlamaya çalıştı konuyu ama, toparlayabileceğini zannetmiyorum. Eline yüzüne bulaştıracak.
Ben Erdoğan’ın bu konuda ne söylediğini çok bilerek konuştuğunu zannetmiyorum. Ağzından kaçan Milliyetçi bir tepki diye yorumlamak taraftarıyım. Bizim Müslümanlarımız çok düşünmeden konuştukları zaman malesef çok milliyetçi oluyorlar. Erdoğan da öyle. Ne zaman önünde yazılı metin konursa ve o metne bağlı kalırsa demokrat olabiliyor. Bunun nedeni Türk İslamının ciddi bir milliyetçi damara sahip olmasıdır. Bu nedenle böyle arada bir mızrak çuvaldan çıkıyor. Bu da onlardan birisi oldu. Herhalde zamanla toparlamaya çalışacaktır. Çalışır mı, onu da bilemiyorum. Bende bıraktığı izlenim seçime oynadığı yönünde. Seçime oynadığı için de ‘milliyetçi söylemle gidersem daha çok oy alırım’ diye hesap ediyor. Onun için de Ermeni meselesinde Şükrü Elekdağ'ların, Veli Küçük'lerin 95 yıldır ezberlenmiş laflarını tekrar ediyor. Bunun, kendisine geri döneceğini, hem de kötü bir biçimde geri döneceğini tahmin ediyorum. Türk halkının artık bu 95 yıllık yalanlardan bıktığını, gerçekten kusma noktasına geldiğini, çıkıp delikanlı gibi dobra dobra ‘olmuş kardeşim böyle şeyler’ diyen bir insanı bağrına basacağını tahmin ediyorum.
» Her ne kadar Türkiye’de kaçak çalışan Ermenilere yönelik bir tehdit olsa da, Ermeni sorununun bu ülkenin hafızasında kapladığı yerden dolayı, sizin de belirttiğiniz gibi, herkesin aklına hemen tehcir ve 1915’de yaşananlar geldi. Çünkü o günlerde yaşananlara dair anlatılanlar bu ülkenin ve insanlarının oluşumunda önemli bir yere tekabül ediyor. Sizce Ermeni sorunu Türk ulusal kimliğinin oluşumunda nasıl bir yere oturuyor?
- Bunu aslında en özlü olarak Milli Savunma Bakanımız formüle etti geçenlerde Avrupa’da. ‘Eğer biz Hıristiyanları kovmasaydık bu Türk devletini kuramazdık’ dedi. Haklı. Benzeri sözleri İttihat ve Terakki hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığı yapmış, Meclis başkanlığı yapmış Halil Menteşe de söyledi. Onun Malta’da yazdığı bir mektubunda ‘eğer memleketimizden Ermenileri ve Rumları sürmeseydik biz bu devleti kuramazdık’ babında sözleri vardır. Benzer sözler, çok daha açık bir biçimde 1920 yılında Ankara Büyük Millet Meclisi’nde Hasan Fehmi Bey tarafından söylendi. “Tehcir yapılmadan önce bize katil deneceğini biliyorduk” der ve sorar, “Neden kendimize katil denmesini göze aldık?” Cevabını da kendisi verir, “canımızdan çok sevdiğimiz vatanın selameti için bu işleri yapmak zorundaydık”. O sırada çok daha cesaretliler ve “ne var yani, yaptıksa yaptık” havasında konuşabiliyorlardı. İşin özeti şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş temellerinden birisi de 1915 Ermeni soykırımıdır. Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının önemsiz olmayan bir kısmı ya doğrudan katliama katılmış, ya da katliamdan zengin olmuştur. Her ulus, kendisini kuran bir takım ulusal kahramanlardan oluşur. Bu kahramanlarla hesaplaşmak, bu kahramanların işledikleri cinayetler varsa bunlarla yüzleşmek zordur. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarına övgü, ulusal kimliğimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Onları eleştirmek, suçlamak bir nevi kendimiz suçlamaya benzer ve bu çok zordur. Ancak ve ancak demokratik kültürü içselleştirmiş toplumlar yapabilirler bu yüzleşmeyi.
Türkiye’nin bu zorluğu, onun solunun da zorluğudur aynı zamanda. Biliyorsunuz, bizim sol geleneğimiz de, büyük ölçüde kurtuluş savaşına yedi düvele karşı verilmiş anti-emperyalist bir savaş olarak bakar. Onun için de kurtuluş savaşını yürüten kadroların bizim için ayrı özel ve önemli bir yeri vardır. Sol gelenekten gelen insanların mahkemelerde yaptıkları savunmaları hatırlıyorum. ‘Biz ikinci kuvayi milliyeciyiz’ diyorlardı. “Kurtuluş Savaşının kuvayi milliyecileri devrimleri yeteri kadar yapamadılar, biz devrimlere onların bıraktığı yerden devam edeceğiz” diyorlardı. Biliyorsunuz, 1968 kuşağı kendisini Kuvay-ı Milliye ile tanımlamıştır. Yani, Kuvay-ı Milliyecilik, bizim sol kimliğimizin de bir parçasıdır olmuştur. Oysa o grubun içerisinde ciddi bir biçimde bu suça bulaşmış olanlar var. Şimdi burada eklemek isterim, ben tüm bir kuşağı, arzusu yabancı boyunduruğundan bağımsız yaşamak olan insanları suçlamak anlamında söylemiyorum bunları. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu kadroları içerisinde ciddi biçimde 1915 soykırımına katılmış, ondan zengin olmuş insanlar vardır ve konuşma zorluğumuz buradan kaynaklanıyor.
II. Bölüm için tıklayınız.
“Eğer İngilizler Mustafa Kemal’in ve İstanbul hükümetinin yapmış olduğu öneriyi kabul etseydi, yani bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşağı yukarı o dönemin Osmanlı Devleti’nin sınırları olarak kabul etseydi ve bunun karşılığı olarak Türklerden Ermeni soykırımından dolayı suçlu olanların yargılamasını isteseydi biz bugün, Almanlar Naziler üzerine nasıl konuşuyorsa İttihatçılar üzerine öyle konuşuyor olacaktık.” “Sol gelenekten gelen insanların mahkemelerde yaptıkları savunmaları hepimiz hatırlıyoruzdur. ‘Biz ikinci kuvayi milliyeciyiz’ derlerdi. ‘Kurtuluş Savaşının kuvayi milliyecileri devrimi yeteri kadar yapamadılar, bizler onların bıraktığı yerden devam edeceğiz’ denirdi. Yani, Kuvay-ı Milliyecilik bizim sol kimliğimizin bir parçası sayılırdı. Oysa o kimliğin içerisinde ciddi bir biçimde bu suça bulaşmış olanlar var.” “Türkiye solu da 1915 üzerine konuşma tarzını kendisiyle yüzleşerek yapmak, kendi içindeki bu ittihatçı ekipten kalanların kimler olduğuna bakarak bir hesaplaşma yaşamak zorundadır. Tarihle yüzleşmek, siyasetimizin merkezine oturmak ve siyasetimizin merkezi olmak zorundadır...”

‘Onları’ yok saymak, bu devleti var etmenin koşullarından birisi oldu. Sadece varlıklarını inkar etmekle kalmadık, sürerek, canlı canlı yakarak, denizde boğarak gerçekten yok ettik. Sonra yok ettiğimizi de yok saydık. Tarihimizi hep inkar üzerine, yok saymak üzerine kurduk. Ama hiçbir şey biz yok sayınca yok olmuyor tabii ki… Ermeniler var, bu topraklarda yaşadılar ve hala yaşamaya devam ediyorlar. ‘Açılım’ adı altında bugüne kadar inkar ettiklerimizi kabul eder gibi yaptık, sonra birden kendimize gelip Başbakanın ağzından onları sürmekle tehdit ettik. Hep birlikte yeniden 95 yıl öncesini, tehciri, sonuçlarını ve bugüne kadar gelen tartışmaları hatırladık. Artık cin şişeden çıktı. Artık konuşulmayanlar konuşulmaya başlandı. Ta ki bu sorun kökünden çözülünceye kadar da konuşmaya devam edeceğiz belli ki. Sorularımızı soracağız; İttihat ve Terakki Ermenilere bilerek soykırım uyguladı mı? Bu soykırımın belgeleri var mı? Mustafa Kemal Ermenileri öldürenlerin cezalandırılması konusunda ne düşünüyordu? Türkiye devleti 1915’de yaşanaları telafi etmek için ne yapmalıdır? Tarihle kim nasıl yüzleşecek? Bu soruları, Ermeni sorunu konusundaki çalışmalarıyla tanınan ABD'deki Clark Üniversitesi öğretim üyesi, Taner Akçam ile konuştuk. (Başka Kaynaklarda Minnesota Üniversitesi olarak belirtiliyor)
* * *
ARİFE KÖSE: Başbakan Erdoğan çok açık bir şekilde, Türkiye’de kaçak çalışan 100 bin Ermeni’yi sınır dışı edebileceğini söyledi. Siz Erdoğan’ın bu sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ermeniler yeni bir tehcirle mi karşı karşıya?
TANER AKÇAM: Ben Erdoğan’ın sözlerini ilk duyduğumda ‘Hah’ dedim, ‘şimdi Avrupa üyesi olmayı tam olarak hak ettik’. Bunu şaka değil, ciddi söylüyorum. Çünkü Avrupa, kendi bünyesindeki kaçak göçmen işçileri kovmak üzerinden siyaset yapan partilerle dolu. Ben 15 yıl Almanya’da yaşadığım için biliyorum, beni kovmak isteyen bol miktarda Alman milliyetçisi, muhafazakâr partisi, sağcısı vardı. Türkiye de benzeri kulvara girdi, bünyesinde kaçak avına çıkacak ve bulduğunu kovacak. Aslında “kaçak işçiler” modern toplumların bir problemidir. Gelişmiş endüstri ülkeleri daima işgücü çekerler. Ve insanlar, sınırlarına duvarlar da örseniz, etrafına büyük engeller de koysanız bu tür ülkelere girmenin yoluna bakarlar. Bu ülkeler, fakir insanlar için ekonomik imkân sağladığı müddetçe kaçak işçi çekerler ve kovmakla bu problemi çözemezsiniz. Kapıdan kovsa pencereden girerler. Çünkü bu normal olandır, çağımızın bir sorunudur. Burada iki ciddi sorun olduğunu görmek gerek. Birincisi, ‘kaçak işgücü’ sorununu böyle ‘asarım, keserim, kovarım’ ile çözmeye kalkarsanız, o toplumdaki iğrenç ırkçı ve milliyetçi eğilimleri körüklersiniz. İnsanları ‘kaçak işçi düşmanı’ olmaya ve oradan da bu işçiler hangi ulus gurubundansa onlardan nefret etmeye kanalize edersiniz. Erdoğan Almanya’daki Türk ve Müslüman düşmanlığının köklerinden habersiz görünüyor. İkincisi, Türkiye özelinde çok ciddi bir problem daha var. Türkiye Cumhuriyetinin seceresi kötü. Çok kötü, şaibeli, üzerinde konuşulmamış bir geçmiş üzerinden bunlar söyleniyor. Daha aylar önce Erdoğan, bu memleketten Hıristiyanların kovulmasının faşist bir zihniyetin ürünü olduğunu ilan etmişti. Şimdi bu zihniyeti bile kabul etmemiş bir ülke eğer ‘ben, bendeki Hıristiyanları, kaçak işçileri kovacağım diyorsa, bunun, herkesin aklına tehciri ve imhayı getirmesine şaşırmasın. Daha sonra toparlamaya çalıştı konuyu ama, toparlayabileceğini zannetmiyorum. Eline yüzüne bulaştıracak.
Ben Erdoğan’ın bu konuda ne söylediğini çok bilerek konuştuğunu zannetmiyorum. Ağzından kaçan Milliyetçi bir tepki diye yorumlamak taraftarıyım. Bizim Müslümanlarımız çok düşünmeden konuştukları zaman malesef çok milliyetçi oluyorlar. Erdoğan da öyle. Ne zaman önünde yazılı metin konursa ve o metne bağlı kalırsa demokrat olabiliyor. Bunun nedeni Türk İslamının ciddi bir milliyetçi damara sahip olmasıdır. Bu nedenle böyle arada bir mızrak çuvaldan çıkıyor. Bu da onlardan birisi oldu. Herhalde zamanla toparlamaya çalışacaktır. Çalışır mı, onu da bilemiyorum. Bende bıraktığı izlenim seçime oynadığı yönünde. Seçime oynadığı için de ‘milliyetçi söylemle gidersem daha çok oy alırım’ diye hesap ediyor. Onun için de Ermeni meselesinde Şükrü Elekdağ'ların, Veli Küçük'lerin 95 yıldır ezberlenmiş laflarını tekrar ediyor. Bunun, kendisine geri döneceğini, hem de kötü bir biçimde geri döneceğini tahmin ediyorum. Türk halkının artık bu 95 yıllık yalanlardan bıktığını, gerçekten kusma noktasına geldiğini, çıkıp delikanlı gibi dobra dobra ‘olmuş kardeşim böyle şeyler’ diyen bir insanı bağrına basacağını tahmin ediyorum.
» Her ne kadar Türkiye’de kaçak çalışan Ermenilere yönelik bir tehdit olsa da, Ermeni sorununun bu ülkenin hafızasında kapladığı yerden dolayı, sizin de belirttiğiniz gibi, herkesin aklına hemen tehcir ve 1915’de yaşananlar geldi. Çünkü o günlerde yaşananlara dair anlatılanlar bu ülkenin ve insanlarının oluşumunda önemli bir yere tekabül ediyor. Sizce Ermeni sorunu Türk ulusal kimliğinin oluşumunda nasıl bir yere oturuyor?
- Bunu aslında en özlü olarak Milli Savunma Bakanımız formüle etti geçenlerde Avrupa’da. ‘Eğer biz Hıristiyanları kovmasaydık bu Türk devletini kuramazdık’ dedi. Haklı. Benzeri sözleri İttihat ve Terakki hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığı yapmış, Meclis başkanlığı yapmış Halil Menteşe de söyledi. Onun Malta’da yazdığı bir mektubunda ‘eğer memleketimizden Ermenileri ve Rumları sürmeseydik biz bu devleti kuramazdık’ babında sözleri vardır. Benzer sözler, çok daha açık bir biçimde 1920 yılında Ankara Büyük Millet Meclisi’nde Hasan Fehmi Bey tarafından söylendi. “Tehcir yapılmadan önce bize katil deneceğini biliyorduk” der ve sorar, “Neden kendimize katil denmesini göze aldık?” Cevabını da kendisi verir, “canımızdan çok sevdiğimiz vatanın selameti için bu işleri yapmak zorundaydık”. O sırada çok daha cesaretliler ve “ne var yani, yaptıksa yaptık” havasında konuşabiliyorlardı. İşin özeti şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş temellerinden birisi de 1915 Ermeni soykırımıdır. Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının önemsiz olmayan bir kısmı ya doğrudan katliama katılmış, ya da katliamdan zengin olmuştur. Her ulus, kendisini kuran bir takım ulusal kahramanlardan oluşur. Bu kahramanlarla hesaplaşmak, bu kahramanların işledikleri cinayetler varsa bunlarla yüzleşmek zordur. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarına övgü, ulusal kimliğimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Onları eleştirmek, suçlamak bir nevi kendimiz suçlamaya benzer ve bu çok zordur. Ancak ve ancak demokratik kültürü içselleştirmiş toplumlar yapabilirler bu yüzleşmeyi.
Türkiye’nin bu zorluğu, onun solunun da zorluğudur aynı zamanda. Biliyorsunuz, bizim sol geleneğimiz de, büyük ölçüde kurtuluş savaşına yedi düvele karşı verilmiş anti-emperyalist bir savaş olarak bakar. Onun için de kurtuluş savaşını yürüten kadroların bizim için ayrı özel ve önemli bir yeri vardır. Sol gelenekten gelen insanların mahkemelerde yaptıkları savunmaları hatırlıyorum. ‘Biz ikinci kuvayi milliyeciyiz’ diyorlardı. “Kurtuluş Savaşının kuvayi milliyecileri devrimleri yeteri kadar yapamadılar, biz devrimlere onların bıraktığı yerden devam edeceğiz” diyorlardı. Biliyorsunuz, 1968 kuşağı kendisini Kuvay-ı Milliye ile tanımlamıştır. Yani, Kuvay-ı Milliyecilik, bizim sol kimliğimizin de bir parçasıdır olmuştur. Oysa o grubun içerisinde ciddi bir biçimde bu suça bulaşmış olanlar var. Şimdi burada eklemek isterim, ben tüm bir kuşağı, arzusu yabancı boyunduruğundan bağımsız yaşamak olan insanları suçlamak anlamında söylemiyorum bunları. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu kadroları içerisinde ciddi biçimde 1915 soykırımına katılmış, ondan zengin olmuş insanlar vardır ve konuşma zorluğumuz buradan kaynaklanıyor.
II. Bölüm için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu yazı için yorumlarınızı ekleyebilirsiniz..