İşte Ellerim :)

İşte Ellerim :)
Parmak boyası ve dayanılmaz keyfi

Geçmiş Zaman Olur ki...

23 Nisan 2011 Cumartesi

Tarihimizi hep inkar üzerine, yok saymak üzerine kurduk...(III)

» Peki bu soykırım nasıl gerçekleşiyor, nasıl öldürülüyor Ermeniler?

- Ermeniler dört ayrı metod kullanılarak imha edilmişlerdir. Birincisi, Karadeniz bölgesinde, Trabzon ve Samsun’da kayıklara bindirilerek denize boşaltılmışlar ve denizde boğulmuşlardır. Bunu 1918’in Kasım ayında İstanbul görüşmelerinde Trabzon mebusu Hafız Mehmet Bey söylemiştir. 'Bafra kaymakamı bu işe karşı çıktığı için öldürülmüştür’ der. Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul’da görülen 1919 Trabzon davasında şahitler bu denizde boğulmayı kendi ifadeleriyle de anlatırlar. İkincisi, sürgüne bile yollanmadan, bulundukları yerlerde imha edilirler. Özellikle Muş ve Bitlis bölgesinde, çoğu evlerinde, kiliselerde canlı canlı yakılırlar. Üçüncüsü, belli yerlere Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri tarafından imha edilirler. Kemah Boğazı gibi... Buralara konvoylar halinde getirilirler ve sonra üzerlerine Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri saldırır ve o şekilde imha edilirler. Eğer Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri yeterli değilse Kürt aşiretleri ile anlaşarak Ermeniler bu aşiretlere teslim edilir. Bunlar devlet ile anlaşma içinde olan Kürt aşiretleridir. En son öldürme metodu da çöle sürüp yiyecek vermemektir. Osmanlı hükümeti gerek Almanların gerek Amerikalıların yaptığı her türlü yiyecek yardımını reddeder. Ermenilere yiyecek dağıtan misyonerler tutuklanma ve öldürülme ile tehdit edilirler. Ve Ermenilerin çölde açlığa,ölüme terk edilirler. Sonuçta bizim kendi rakamlarımıza göre 800 bin insan toptan imha edilmiştir.

» Sizce kısa dönemde herhangi bir Türkiye hükümetinin soykırımı tanıma ihtimali var mıdır?

- Başka hiçbir çaresi yok. Adına soykırım demez, başka birşey der. Ama büyük bir cinayet olduğu, büyük bir ayıp olduğu kabul edilmek zorunda. Ama bu beş yıl sonra olur, on yıl sonra olur, yirmi yıl sonra olur, elli yıl sonra olur, bilemem. Türkiye bu cinayetin üzerini örterek yaşayamaz. Bu, Türkiye’nin ayıbıdır. Bu ayıpla, Türkiye ne Avrupa Birliği’ne üye olabilir ne de modern dünyanın üyesi olabilir. Müsade etmezler. Biz, bugün çağımızı özür dileme çağı olarak adlandırıyoruz. Bir ara bir espri vardı İngiltere kraliçesi özür dilemekten yoruldu diye. Çünkü kolonilere gidiyor ve oralarda büyük cinayetler işlenmiş vaktiyle tabi İngilizler tarafından. Birinden özür dileyip diğerine koşuyor. Dolayısıyla Türkiye bu ayıpla yaşayamaz. Türkiye, bir tencere gibiydi, Dışişleri Bakanlığı da kapaktı, Türkiye’nin üzerini zorla kapatıyorlardı. Şimdi bu tencere patlıyor artık; Türkiye’yi dış dünyadan kapalı tutmaları mümkün değil artık. Her bir yerinden delindi tencere. Bu çağda, bu globalleşen dünyada, teknolojinin bu düzeyinde, Türk insanını yalanla, iftirayla bir yere kadar götürebilirsiniz. Türkiye’de bize 95 yıldır Kürt yoktur dediler. Ben ortaokul, lisedeyken bize Fahrettin Kırgızoğlu’nun kitapları dağıtılırdı ve bu kitaplarda ‘Kürt yoktur, Kürtler de Türk’tür’ yazardı. Bunlar bilimsel kitaplardır. Dipnotları falan olan akademik çalışmalardı. Kürtler işte dağda gezen Türk boylarıymış, kar olurmuş, karın üzerinde yürürken ‘kart kurt’ edermiş ayakları, onun için dağdaki Türklere Kürt denmiş falan. 95 yıldır ‘Kürt yoktur’ yalanı ile milleti uyuttular. Şu anda da Ermeni meselesinde söylenen cümle şudur; ‘1915’de hiçbir şey olmamıştır. Eğer bir şey olmuşsa da zaten ondan da Ermeniler sorumludur’. Bu yalanla daha fazla gidemezler. Bu da Kürt yoktur yalanı gibi bir yalandır. Türkiye Avrupa Birliği’ne de üye olamaz. Almaz Avrupa. Yani Avrupa Birliği’nin ille soykırımı kabul edeceksin diye hukuki bir ön şartı yok. Ama önemli değil ki... Kendi tarihi ile yüzleşmeyi beceremeyen bir devlet demokrat olamamış demektir. Dolayısıyla demokrasiyi hayata geçirmek istiyorsan tarihindeki ayıpla da yüzleşeceksin. Yakında başka guruplar da ortaya çıkacak. Örneğin, Dersimliler, “bize yapılan da soykırımdır, tanınmasını istiyoruz”, diyecekler.

"ERMENİ SOYKIRIMI AVRUPA TARİHİNİN BİR PARÇASI"

» Peki bu konuda devletin atması gereken adımlar nelerdir? Toprak ya da tazminat verilmesi gibi konularda ne düşünüyorsunuz?

- İlk önce özür dilenecek. Olanı ille soykırımdır diye tanımlamasına gerek yok. “Cinayettir, İnsanlık Suçudur”, gibi ifadeler de yetebilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin “bu büyük bir ayıptır. Özür diliyoruz” demesi şarttır. Elbette, “yapılanların benimle, Türkiye Cumhuriyet ile alakası yoktur” diyebilir. Kimse de çıkıp “hayır, vardır” diye yakasına sarılmaz. Çünkü hukuki bir sorumluluktan çok önce, ahlaki bir sorumluluktur tartıştığımız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne kadar Osmanlı’nın devamı olup olmadığı tartışılabilir olsa bile bence çok önemli değildir. Çünkü hukuki değil, öncelikle ahlaki bir sorunla karşı karşıyayız. Onun için Türkiye, “bu, benim kurulmamdan önce olmuştur. Benimle ilgisi yoktur, ama büyük bir cinayettir. Bu bir insanlık suçudur”, diyebilir, demelidir. Bu suçtan dolayı Ermeni vatandaşlarımızdan ve tüm Ermenilerden özür dilenmelidir. Bu denmeden hiçbir adım atılmaz. Bu adım atıldıktan sonra şüphesiz Ermenilerin yaşadığı zararların telafisi ne olacak, konuşulacak, tartışılacaktır. Bu telafi konusunda değişik fikirler ortaya atılabilir. Burada, Kars Ardahan veya Van’ın Ermenistan’a verilmesi gibi seçeneklerin dillendirilmesi bile gereksizdir. Bunu ciddi olarak öne süren Ermeni de yoktur zaten. Türkiye Cumhuriyeti devleti uluslar arası hukuka göre herhangi bir Ermenistan toprağını işgal etmiş değildir. Soykırım Osmanlı devleti ile onun vatandaşları arasındaki bir problemdi. Dolayısıyla ortada, bizim milliyetçilerin iddia ettiği gibi bir toprak sorunu yoktur. Ama tazminat konusu açılır. O konuya ilişkin de yüzlerce öneri geliştirilebilir. Gerçekten Ermenilerin maruz kaldıkları bu tarihi haksızlıkların giderilmesi gerekmektedir. Bu konuda küçük adımlarla başlayabilirsiniz. İlk önce Ermeni kültürünün, Ermeni varlığının Anadolu’daki izleri yeniden açığa çıkartılmalıdır. Zorunlu göçten kalanların çocuklarına sembolik vatandaşlık hakkı geri verilebilir. Ermenistan ile sağlık, ekonomi, eğitim alanında çeşitli sosyal anlaşmalar yapılabilir. Bunlar üzerine tartışılabilir. Ben bu konuda iki önemli ilkeyi tekrar etmek isterim. 

Birincisi, Türkiye tazminat konularında Avrupa’yı, İngiltere Fransa ve Almanya’yı da masaya davet ederse iyi olur. Onlar da bu suça bir şekilde bir yerlerinden ortak olmuşlardır. Ermeni soykırımı Avrupa tarihinin de bir parçasıdır. Soykırımda, büyük devletlerin bu işe karışmalarının da rolü vardır. Eğer Türkiye’nin gerçekten tazminat işini çözmesini istiyorlarsa benim önerim; örneğin Türkiye’nin Amerika’ya, Almanya’ya veya Fransa’ya ödediği dış borçlar vardır. Bu borçların bir kısmı Ermenistan’a kanalize edilebilir. Dediğim gibi yüzlerce öneri getirilebilir. Örneğin, Ermenilerden Trabzon’da yaptıkları ticaretten gümrük vergisi almaktan vaz geçilebilir. İkinci genel kuralım şu; tarihteki bu tür haksızlıkların giderilmesinde daima ve daima sonuçta vereceğiniz şeyin manevi olduğunu, paranın bile manevi olduğunu, o kaybolan şeyi geri getirmeyeceğini bilmeniz gerekir. Bu, sembolik olarak acıyı gidermek istediğinizi gösteren bir davranıştır. Esas olan şu duygudur: Ermeniler ellerini kalplerine koyup, ‘tamam, biz tatmin olduk kardeşim’ diyebilmelidir. Türkler de, 'evet, ben de huzurluyum; Ermenilerin uğradığı bu haksızlığını giderebildim’ diyebilmelidir. Yani, her iki milletin de sonuçta vicdanlarında bu acının ortadan kaldırıldığına ilişkin bir hisse sahip olmalıdırlar. Kural budur. Dolayısıyla Türklere ve Ermenilere bu duyguyu verebilecek bir çözüm yaratmak gerekir. Bunun yollarını da her iki toplum birlikte tartışarak bulmalıdır.

» Ermeni sorunu gündeme geldiğinde en çok öne sürülen iddialardan birisi de bu konunun tarihçilere bırakılması gerektiği. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Bu ‘bu işi tarihçilere bırakalım’ cümlesi artık kabak tadı verdi. Komik bir cümle. Bu cümle 1991’de anlamlıydı. Bu cümleyi ilk kullanan Ter Petrosyan’dır. Ermenistan devletini daha yeni kurmuşlar. Ter Petrosyan da bir tarihçi. Tarihten de çok emin olduğu için, bizimkiler “soykırım işi ne olacak” diye sorduklarında “bırakalım bunu tarihçiler konuşsun, gelin biz kapıları açalım, devlet ilişkilerini normalleştirelim” der. Bizimkiler anlamadılar teklifi ve red ettiler. Aradan 20 yıl geçti, şimdi ‘bu teklif galiba iyi bir teklifmiş, bu işi tarihçilere bırakalım’ diyorlar. Ama bu işin artık hükmü, anlamı kalmadı. İkincisi, peki kardeşim tarihçilere bırakalım da senin “asılsız Ermeni soykırımıyla mücadele komisyonu”n ne oluyor? MGK’da bu işle en üst düzeyde mücadele etmek için bir kurumun var. Genelkurmay Başkanlığı dahil olmak üzere bütün bakanlıkların internet sitelerinde “asılsız Ermeni soykırımı iddialarıyla mücadele eden” sayfaları var. Hükümet olarak konuda fetva vermekten de hiç sakınmıyorsunuz. Dışişleri bakanlığı ve diplomatlarımız neredeyse dünyanın en büyük tarihçileri haline gelmiş bulunuyor. Sabahtan akşama kadar tarihçilerin ne söylemesi gerektiğini de tarihçilere söylemekten geri kalmıyorsunuz. Devlet olarak her gün bu konunun siyasetini yapıyorsunuz. “Benim müslümanıma, benim Türküme, analarına, dedelerine, atalarına katil diyemezsiniz” diye siyaset yapıyorsunuz, ondan sonra da tarihçilere bırakalım diyorsunuz. Yani tarihçiler, sizin söylediğiniz kadar söylerlerse onlara bırakıyorsunuz. Sizin bildiklerinizin dışındakileri söyleyen tarihçilere hiç bir şeyi bırakmamakta ise çok kararlı duruyorsunuz. 

Bence “bu meseleyi tarihçilere bırakalım” fikri artık kabak tadı vermiş bir saçmalıktır. Ortada tamamiyle siyasi bir sorun vardır ve siyasetin bunu çözmesi gerekir. Zaten şu aşamada konuşulan her konu doğrudan siyasetle ilişkilidir. İki ülkenin siyasetçilerinin oturup bu meseleyi çözmesi gerekiyor.

» Konuşmanızda tarihle yüzleşmekten söz ettiniz. Tarihle nasıl yüzleşeceğiz? Örneğin milliyetçiler, solcular nasıl gerçekleştirecekler bu yüzleşmeyi?

- Ben tarihle yüzleşelim derken aslında üzerinde konuşmakta olduğumuz zeminin değişmesi gerektiğini söylüyorum. Bugün Türkiye’deki tartışmaya baktığınız zaman gördüğünüz tablo şu; bir tarafta ‘1915’de cinayet işlenmiştir’ diyenler var, öbür tarafta “olmamıştır böyle şeyler” diyenler var. Ayrıca, “bu cinayet işlenmemiştir”, diyenler bir de şunu söylüyorlar, “bu cinayetler işlenmiştir diyenler, Türkleri, Türk milletini karalıyorlar; Türkler katildir, demiş oluyorlar”, vb... Dolayısıyla “1915’de soykırım olmuştur, ya da insanlar öldürülmüştür” demenin Türk milletini karalamak ve Türk milletine hakaret etmek anlamına geldiği ileri sürülüyor. Onun için Türkiye’de insanlar, “bu cinayetler işlenmiştir”, dendiğinde, sanki kendilerinin suçlandığını zannediyorlar. Yani 1915’de birşeyler oldu, demenin şu anda yaşayan Türk insanını suçlamak demek olduğunu zannediyorlar. Bu zeminin değişmesi lazım. Zemin değişikliğinden kastettiğim, milliyetçilerin de, Müslümanların da üzerinde durabilecekleri yeni bir tarihi zeminin yaratılması gerektiğini söylüyorum. Yani, kendilerini Türklük ile çok sıkı bir biçimde tanımlayan, milliyetçi insanların da 1915 üzerine yeni bir konuşma tarzı yaratmaları gerekir ve bu mümkündür, diyorum. 1915 üzerine milliyetçilerin de konuşabilecekleri bir zemin yaratılmalıdır ve bu yaratılabilir. Örnek vereyim: 1918 Meclis-i Mebusan görüşmelerinde iki tane önemli mebusumuz, birisi Trabzon mebusumuz Hafız Mehmet, diğer Bağdat mebusu Mehmet Emin bey çok ciddi konuşma yaparlar. İkisi de Türk milliyetçisi olarak konuşurlar. Mealen derler ki, “biz Türklüğün bir vicdan, bir adalet, bir namus olduğunu biliriz ve Türklük adına bu cinayetleri işleyenlerin Türklükle alakaları olmadığını buradan ilan ediyoruz. Ve Türklük adına bu katillerden hesap sorulmasını istiyoruz.” Yani dolayısıyla kendini Türk olarak, milliyetçi olarak tanımlayanlar da 1915 cinayetlerini kınayan bir dil geliştirebilirler. İkinci örneğim solculara ilişkindir. 1920-21 yıllarında Türkiye Komünist Partisi’nin kurucuları arasında ittihatçı katiller vardır. Salih Zeki Derzor mutasarrıfıydı, 200 bin Ermeni’nin öldürülmesinden sorumlu bir katildir ve gıyabında idam cezasına çarptırılmıştır. Salih Zeki, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucu üyesidir. Ve Türkiye Komünist Partisi ile Ankara’daki Kemalist hareket arasında arabuluculuk yapmıştır. Benzeri sözleri diğer komünistlerimizin 1925 Şeyh Sait, 1938 Dersim hakkında söylediklerini biliyoruz. Örneğin Şefik Hüsnü, ‘Dersim’de feodal gericilik eziliyor’ diyerek Dersim katliamını açıktan savunmuştur. Dolayısıyla Türkiye solu da, 1915 üzerine konuşma tarzını kendisiyle yüzleşerek yapmak, kendi içindeki bu ittihatçı ekipten kalanların kimler olduğuna bakarak bir hesaplaşma yaşamak zorundadır. Tarihle yüzleşmek, siyasetimizin merkezine oturmak ve siyasetimizin merkezi olmak zorundadır.

.... SON ....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu yazı için yorumlarınızı ekleyebilirsiniz..